eric rohmer’ın sinematografisine baktığımızda seri halinde filmler görüyoruz ki ben sadece yazının başlığında gördüğünüz filmi izledim yani sinemasına ilişkin tek filmini izlemiş biri olarak ne filmin içinde yer aldığı ahlak öyküleri serisine ilişkin ne de rohmer’ın sinemasına ilişkin genelleme ve yorumlar yapan bir küstahlıkta bulunmayacağım içiniz rahat olsun.
Mubi.com’da gösterimde olan filmlerden hangisini izleyeceğime karar veremeyince rastgele seçtiğim love in the afternoon filminin tanıtım yazısı dikkatimi çekmemişti ama film seçme sürecinin can sıkıcılığı sebebiyle beğenmezsem kapatırım diyerek beklentiyi en aza indirdiğimden sanırım filmi bir hayli beğendim. tabii filmden hemen önce de m.asım köksal’ın peygamberlik tarihi kitabından hz. adem ve hz. havva’nın yaratılış bahsini okumuş olmam da beğenimi tetiklemiş olabilir.
altı ahlak hikayesinin sonuncusu olan love in the aternoon, huzurlu ve mutlu bir evlilik sürdüren avukat frederic’in kadınlar hakkında düşünceleriyle ve hepsine karşı hissettiği çekimle başlıyor filmin gelişimi ve kırılma noktasını ise frederic’in eski bir aradaşının(chloe) bir anda hayatına girmesi oluştururken. frederic’in bu eski arkadaşa duyduğu arzu -ki aslında diğer kadınlara duyduğundan farklı değil- sorgulama ve düşüncelerini şiddetlendiriyor. ancak filmde karakter gelişimi yok, bir sarsıntıya tanıklık var. sarsıntının hemen öncesi ve sarsıntı, sonrası bile yok zaten sonrasına yer vermiş olsaydı frederic’in düşüncelerinde bir değişim ya da olgunlaşma oldu mu bunu öğrenmiş olurduk ama bu kısım tamamen izleyiciye bırakılmış.
frederic film boyunca eşini sevdiğinden ve aslında hala onu arzuladığından bahsediyor ve bu düşünce ve hislerine rağmen diğer kadınlar da ilgisini çekmeye devam ediyor. chloe karakteri evrimsel psikolojinin merkezindeki kadını çok iyi yansıtıyor. evrimsel psikoloji davranışlarımızın birçoğunun içsel psikolojik mekanizmalarla yani dürtülere başvurarak açıklanabileceğini savunmaktadır. bu mekanizmaların insan türünün var olabilmesi ve devamlılığını sağlayabilmesine uygun adaptasyonlar geçirdiği düşünülmektedir. bu kapsamda chloe, ideal güzellik ve doğurganlık sembolü olarak erkeğin arzu nesnesi, aynı zamanda frederic de chloe’nun çocuk elde edebileceği ideal genom özellikleri gösteriyor. chloe’nin diğer ilişkileri de zaten erkeklerin kendisini koruması geçimini sağlamasına yönelik gelişiyor ve bunu filmde kendisi itiraf ediyor yani dürtülerinin farkında ve buna karşı çıkmanın saçma olduğu görüşünde.
friedrich engels, ‘ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni’ kitabında kadın ve erkek arasındaki bu ilişkinin temelini mülkiyet ilişkisinin doğumuyla bağlantılı görür. erkeklerin ekonomik üstünlüğü ilişkide erkek ve kadın arasındaki eşitliğin dengesini bozduğundan erkek dürtüsüne boyun eğme konusunda bir engelle karşılaşmaz çünkü kadın ekonomik kaygılar sebebiyle sadakatsizliği sineye çeker. engels’a göre tek kadın ve erkekten oluşan aile özel mülkiyet ile doğarken yine bu ailenin yıkılmasına da kapitalist sistem neden oluyor ironik bir şekilde. kapitalist üretim biçimi ortadan kalktığında, bir kadının rızasını hayatlarında hiçbir zaman para ya da diğer toplumsal güç karşılığında elde etmek zorunda kalmamış erkek kuşağı ve ne kendini aşk dışında başka herhangi bir düşünceyle bir erkeğe vermiş, ne de sevdiği erkeğe kendini vermeyi ekonomik sonuçlarından korkarak reddetmiş bir kadın kuşağı oluşacaktır ve bu da ideal ilişkiyi oluşturacaktır. açıkçası bu düşünce fazlasıyla idealize edilmiş ve insan doğasını da tamamen gözden çıkaran bir görüş. bu düşünce mümkünse de her kadın ve erkek ilişkisinde görmemiz imkansızdır. nitekim bir sahnede frederic, eşinin kendisini tüm arzularından sıyrılmış biri zannettiğini söylüyor yani tüm sadakat ve sevgisine rağmen biyolojisi gereği bunun imkansızlığıyla dalga geçiyor. tabii bu yazıda nefsi emmare ve levvame de gezinen bir insan prototipini göz önünde bulundurduğumuzu belirtelim.
hz. adem ve hz. havva karşılaştığında adem, havva’ya sorar sen ne için yaratıldın diye. havva şöyle cevap verir, ‘sen, benimle sükunet bulasın diye yaratıldım.’ yani inkar edilemeyecek biyolojik ihtiyacın oluşturduğu arzuları karşılıklı tatmin etmek. elbette kadın ve erkek arasındaki ilişki sadece cinsel birlikteliğe indirgenemez ama esfeli safilinden eşrefi mahlukata uzanan bir piramit düşündüğümüzde her katmanında rastlayabileceğimiz ve doğruluğunu test edebileceğimiz en yalın kadın erkek ilişkisi de bu. frederic’in dürtülerinin temel oluşturduğu düşüncelerinde tüm kadınların eşi helene’nin uzantısı olduğunu söylemesi ve onları aslında cinsiyete indirgemesini aynı kapsamda görmek mümkün.
bu bağlamda şu sorular akla geliyor:
- frederic’in evli olduğu halde başka kadınları çekici bulması ve arzulaması ahlaki mi?
- başka kadının uyardığı duyguyu karısı vasıtasıyla tatmin etmesi ahlaki mi?
bu sorulara benim temellendirilmiş bir cevabım var ancak film bir cevap oluşturmadığından yazının sonunu tek bir cevaba indirgemeyeceğim.
ancak sürekli hayvan davranışları incelenerek ortaya konulan ve doğal olduğu söylenen yaşam biçiminin de insan için tatmin edici olmadığını ve herhangi bir dini düşünceden bağımsız olarak da sadakat ve ahlak gibi kavramların hayvanlardan farklı olarak insan ilişkilerinde ortaya çıktığı sadece filmden hareketle de rahatlıkla söylenebilir.
*friedrich engels, aileninin, özel mülkyetin ve devletin kökeni, türkiye iş bankası kültür yayınlar 2016.